HZ. MEVLÂNÂ SÖYLEŞİSİ (4)

İşte Hacı Bektaş’tan, Mevlânâ’dan, Taptuk yolundan feyz almış Yunus Emre’nin görüşü:

Şeriat tarikat yoldur varana

Hakikat ma’irfet andan içeru.

Orucuna güvenme namazuna dayanma

Cümle tâ‘at tâk olur nâz-ü niyâz içinde

(Hz. Peygamber de: “Hiçbirinizi ameli (ibadeti) kurtarmaz, demiş. ‘Seni de mi amelin kurtarmaz ey Allah’ın Elçisi?’ demişler. ‘Beni de kurtarmaz, meğer Allah acımasıyla beni kucaklasın!!’” buyurmuştur.

Tâat kılan Uçmak içün dîn tutmayan Tamu içün

Ol ikiden fâriğ olur neye benzer bu işaret

(Uçmak: Cennet demektir. Cennete ermek veya cehennemden kurtulmak için ibadet eden çıkarcıdır; sırf Allah’ı düşünen kimse her ikisinden de boşalır, onda ne cennet arzusu, ne cehennemden kurtulma sevdası kalır.)

Bu sözden Yûnus’un dini emirleri önemsemediği anlamı çıkarılmamalı. Bu söz onun aşk sarhoşluğu halini yansıtıyor. Ama normal durumlarda o, dinin hükümlerinin uygulanmasını vurguluyor: Yûnus’a göre Müslüman insan İslâm’ın gereklerini yerine getirir. Namazını asla ihmal etmez. Önce Allah’ın birliğine inanmak sonra O’na kulluk gerekir.

Dünyâ içün gussalanan mescid görücek tutınan

Anda imansuz bulunan Allah'ı bir bilmeyendür

(Dünya için tasalanan, mescidden geri duran, âhirete imansız giden Allah’ın birliğine inanmayandır.)


Gönlünde ikilik tutan, ol meta'ı bunda satan

Yarın cehennemde yatan bunda namaz kılmayandur

(Tevhîd inancından şirke sapan, dünya için âhiretini satan, burada namaz kılmayan kimse; âhiret sermayesini burada tüketip cehenneme düşecektir.)

İşte Yunus böyle söylüyor. Şimdi böyle söyleyen insanı namaz kılmamakla suçlamak, en büyük vebal ve günah değil midir?

Bir okurum da “Hz. Mevlana, Hz. Yunus. Hz. H. Bektaş-i Veli ve Hacı Bayram-ı Veli hazretlerinin Alevi tarikatından oldukları doğru mudur?” diye soruyor.

Hacı Bektaş-ı Velî, Mevlânâ, Yunus Emre aynı kültürün yani tasavvuf Kültürünün yetiştirdiği insanlardır. Her üçü de zamanın medrese ilimlerini öğrenmiş, dini gayet iyi bilen insanlardır. Bunlarda Peygamber evlâdını sevme ağırlıklı olarak vardır ama bu, Alevilik değildir. Siz Yunus Emre'yi Mevlânâ'yı okuyun; orada Ebubekir de, Ömer de Osman da Ali de yani Peygamberin dört halifesi de sırasına göre saygı ile anılır. Bakın Yunus Emre Peygamber'in dört halifesini nasıl sahipleniyor:

Benem sâhip-kırân devrân benümdür

Benem key pehlevan meydân benümdür

(Pâdişâh benim, zaman benimdir. Pehlivan benim, er meydanı benimdir.)

 

Harâmîden benüm korkum kayum yok

Bu zor-u bu kuvvet Hak'tan benümdür

(Eşkıyadan korkmam, tasalanmam. Bu güç ve kuvvet Hak’tan bana verilmiştir.)

 

Ebubekr-ü Ömer ol dîn ulusu

Aliyy-i Murtazâ Osman benümdür

(Din ulusu Ebubekir, Ömer, Osman Alî hep benimdir.)

Şimdi Alevi'likte veya Şîîlikte Ebubekir Ömer Osman böyle sahiplenilir mi?

Mezhepler üstü olan bu büyük düşünürler, 72 millete aynı gözle bakan ve herkesi kucaklayan insanlardır. Hz. Mevlânâ'nın tarikatı diğer tarikatların aksine Hz. Ebubekir'e bağlanmaktadır. Ama insanlar bilmeden atıyorlar. Bilmeyenler de bu sözlere kanıyorlar.


Tasavvufun doğrusu yanlışı 

Değerli okurum Süleyman Ablak tarîkatın, Kur’ân yolu olduğuna takılarak özetle diyor ki: “Sorum şu! Gerçek olan hak olan tarikatlerin zaten yaşamları şeriat değil mi? Onlar şeriatı garrayı anlatmıyorlar mı? Dinin yaşadıkları zamandaki anlayış ve kavrayış yeteneğine göre yorumlanması gereken meselelerini anlatmıyorlar mı?

Elbette tasavvuf var, tarîkat de var ama tasavvufun, Kur’ân çizgisinde olması gerekir. Bunun için Tasavvufta bir usul vardır. Dinin aslında uzman olmayanlara tarîkat mürşidliği verilmez.

Şimdi düşünün bir kere, dinin özü tevhîd değil midir? Tevhîd ne demek? Allah’ı bir bilmek ve hiçbir şeyi ne meleği, ne peygamberi, ne de herhangi bir kulu Allah’a ortak yapmamak, her şeyi yaratanın ve yapanın Allah olduğuna, Allah’ın, her kula, kendi hayat damarından daha yakın olduğuna; Allah ile kul arasında aracı bulunmadığına inanmak. Peki, ama kendilerini Allah ile kul arasında aracı yapanlar, şeyhsiz Allah’a gidilmeyeceğini söyleyip müritlerinin cebinde resimlerini taşıtıp ona rabıta ettirenler acaba Kur’ân’ın getirdiği tevhîd inancını mı anlatıyorlar?

Mürşidin görevi Allah ile kul arasına girmek değil, insanları Allah’a yönlendirmek, onlara doğruyu öğretmek, manevî yolda onlara rehber olmaktır. Peygamber’in de görevi budur zaten. Bu yolda olan tasavvuf önderleri yok mu? Var elbet. İşte Hâris el-Muhasibî, işte Hakîm-i Tirmizî, işte Cüneyd-i Bağdâdî, işte İbrâhîm ibn Edhem, işte Gazâlî, işte, Mevlânâ, Yunus. Bunlar tasavvufu bilen, Kur’ân’ın ruhunu yaşayan aydın insanlar. Ama bugün tasavvufu vasıta yapıp saltanat kuranlar, krallar gibi lüks hayat sürenler acaba ne derece o bir lokma bir hırka ile yaşayan tasavvuf önderlerinin yolundadırlar? Hattâ asâsındaki altın, mücevher nerdeyse bir ülkeyi satın alacak değeri bulan Hıristiyan Kral papaları, ne derece dağlarda, ovalarda ot ve meyve yiyerek geçinen Hz. İsâ’yı temsil ediyorlar?

Okurum Süleyman Ablak Bey’in söylediği bir söz, farkında olmadan dinin tevhîd temeline dinamit koyar niteliktedir. O da şu: “Mesnevî’de dahi Hz. Resul-i Ekrem efendimiz Hz. Alî'ye ‘Ya Alî benden sonra Allah’ın aslanıyım deyip de kendine güvenme sakın, bir Mürşit'in gölgesine sığın’ demiyor mu(!)”

Hâşâ Hz. Peygamber böyle bir söz söylemekten ve Hz. Alî de böyle bir söze muhatap olmaktan münezzehtir. Hz. Alî Peygamber’den sonra hangi mürşidin gölgesine sığınacakmış? Onun mürşidi Kur’ân ve Peygamber’in sünnetidir. Ayrıca o, dördüncü halîfedir, Müslümanların imamı, mürşididir. Halîfe olması dolayısıyla Allah’ın adâletini uygulamakla görevli, yani bir anlamda Allah’ın yeryüzündeki gölgesidir. Çünkü İslâm âleminde “Sultân, zıllullâhi fî’l-âlem: Hükümdar, âlemde Allah’ın gölgesi” kabul edilir. Hz. Alî’yi, Peygamber’den başka bir mürşidin gölgesine sığındırmak, kim tarafından söylenirse söylensin, kabul edilemez. Bu söz uydurmadır, maalesef tasavvuf kitaplarında – ki buna Mesnevî de dahildir – bu tür pek çok uydurma rivâyetler vardır. Bunları ancak din uzmanları bilir. Onun için Serî Sakatî Hazretleri, henüz çocuk olan yeğeni Cüneyd’e:

“Allah seni bir sûfî muhaddis değil, bir muhaddis sûfî yapsın!” diye duâ etmiştir. Bunun anlamı şudur: Sen önce tasavvufa girer de sonra din ilimlerini öğrenirsen dini hep tasavvuf gözlüğüyle görür, yanlış yorumlarsın. Ama önce dini ilimleri öğrenir, sonra tasavvufa girersen tasavvufta dinin özüne aykırı anlatımları ayıklar, dinin özüne uygun tasavvufu yaşarsın.

Mâide Suresinin 51. Âyetinde, Müslümanlara ihtiyatlı olmaları, samimi olmayan kimselerin himayesi altına sığınmamaları, savaş gibi kritik dönemlerde yabancılara karşı ihtiyatlı davranmaları emredilmektedir. Burada ihtiyatlı olunması istenen kimseler samimi insanlar değil, Müslümanlara kin besleyen, Müslümanların inançlarıyla alay eden, içi kin dolu Yahudî ve Hıristiyanlardır. Nitekim aynı konunun devamı olan 57. Âyet, 51. Âyetin amacını açıklamaktadır: “Ey inananlar, sizden önce Kitap verilmiş olanlardan ve kâfirlerden dîninizi eğlence ve oyun yerine koyanları velîler (koruyucu dostlar) tutmayın…” Demek ki sıkı fıkı dost tutulmaması istenenler kendi halinde, yansız gayri Müslimler değil, Müslümanlara düşman olanlardır. Yoksa Kur’ân, kendi halinde bulunan samimi insanlara iyilik edilmesini vurgular:

Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adâletli davranmaktan menetmez. Çünkü Allah, adâlet yapanları sever. Allah sizi, ancak din hakkında sizinle savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanıza yardım eden kimselerle dost olmaktan meneder. Kim onlarla dost olursa işte zâlimler onlardır.!” (Mümtehine: 111/8-9) âyetleri, Kur'ân'ın savaşılmasını emrettiği insanların, başka din ve inanç mensubu, kendi halinde, barışçı insanlar değil, Müslümanlara saldırmış, onlara işkence etmiş, onları yurtlarından sürmüş, mallarına mülklerine konmuş Mekke müşrikleri ve onların müttefikleridir. Yoksa Hz. Peygamber, Medîne'ye geldiği zaman Kitap ehli olan Yahûdîlerle savunma ittifakı kurduğu gibi, hayatlarının sonlarına doğru çıktığı Tebuk Seferinde de birçok Hıristiyan ve müşrik kabîlelerle saldırmazlık ittifakı yapmıştır.

Hiçbir İlâhî dinin amacı insanlar arasına kin ve nefret tohumları ekmek olamaz. Kin ve nefret tohumları, dinden değil, maalesef din uzmanları tarafından dinin yanlış ve ırkçı, tekelci çizgide yorumlanmasıyla ekilmiştir ve ekilmektedir.

Melvlânâ’yı, Yunus’u herhangi bir mezhebin bağlısı gösterenler var. Bu doğru değildir. Mevlânâ da, Yunus, Tapduk da, Hacı Bektaş da Sünni ekol içinde yetişmiş aşk adamlarıdır. Yunus, Mevlâna için şöyle diyor:

Mevlâna Hudâvendgâr bize nazar kılalı

Anun görklü nazarı gönlümüz aynasıdur

(Sultanımız Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî bize mânâ gözüyle bakalı onun mübarek bakışı gönlümüze ayna olmuş, gönlümüz aydınlanmıştır.)


Geyiklü'nün ol Hasan söz eyitmiş kendüden

Kudret dilidür söyler kendünün söz nesidür

(Geyikli Hasan güzel sözler söylemiş. O’nu söyleten Hakk’ın kudretidir. Yoksa söyledikleri kendi sözü değildir.)


Okuyuban yazmadan yanıluban azmadan

Yûnus bu ‘ışk sözüni kim bildi bilesidür MTn, No. 64

(Okuyup yazmadan, yanılıp yoldan çıkmadan bu aşk sözlerini kim öyle güzel söyleyebilir.)

Bu dizeler Yûnus’un Mevlânâ’dan Geyikli Hasan’dan etkilendiğini gösterir. Mevlânâ hakkında böyle söyleyen Yunus, Sünni ekolüne bağlılığını da şöyle vurgular:


Harâmîden benüm korkum kayum yok

Bu zor u bu kuvvet Hak'tan benümdür

(Eşkıyadan korkmam, tasalanmam. Bu güç ve kuvvet Hak’tan bana verilmiştir.)


Ebu Bekr-ü Ömer ol dîn ulusu

Aliyy-i Murtaza Osman benümdür

(Din ulusu Ebubekir Ömer, Osman Alî hep benimdir.)

Bu sözden Yûnus’un dini emirleri önemsemediği anlamı çıkarılmamalı. Bu söz onun aşk sarhoşluğu halini yansıtıyor. Ama normal durumlarda o dinin hükümlerinin uygulanmasını vurguluyor: Yûnus’a göre Müslüman insan İslâm’ın gereklerini yerine getirir. Namazını asla ihmal etmez. Önce Allah’ın birliğine inanmak sonra O’na kulluk gerekir.

 

Dünyâ içün gussalanan mescid görücek tutınan

Anda imansuz bulunan Allah'ı bir bilmeyendür

(Dünya için tasalanan, mescidden geri duran, âhirete imansız giden Alah’ın birliğine inanmayandır.)


Gönlünde ikilik tutan ol meta'ı bunda satan

Yarın cehennemde yatan bunda namaz kılmayandur

(Tevhîd inancında şirke sapan, dünya için âhiretini satan, burada namaz kılmayan kimse; âhiret sermayesini burada tüketip cehenneme düşecektir.)


Hurilerle bile yatan uçmak kokusuna batan

Anda bülbül olup öten bunda zina kılmayandur

(Burada zina etmeyen, âhirette cennete girip hurilerle yatar; bülbül olup cennette öter.)

 

Hurilerle sırdaş olan Muhammed ile eş olan

Ol imânı yoldaş olan bunda yol yanılmayandur

(Burada yolu sapıtmayıp doğru yolda giden kimse âhirette Hz. Muhammed’e arkadaş, hurilerle sırdaş olur.)

Yûnus miskîn gözler yolu devşür özün bağı dalı

Bu gülistanın bülbüli kimse gülün dermeyendür

Mevlânâ’nın da, Yunus’un da temel amacı Hak aşkında eriyip benliğini Hakk’ın varlığında kaybetmek, Başka bir deyişle Hak ile bütünleşmektir. İnsanı bu olgunluğa ulaştıracak olan Hak aşkıdır. İşte Mevlânâ da, Yunus da hep bu aşkı terennüm etmişlerdir. Mevlânâ, Neyden çıkan, nefesi Tanrı aşkının alevi görmektedir:


Âteşîst in bâng-i nâyî nîs bâd

Her ki in âteş nedâred nîst bâd

 

Derken Yunus da:

‘Işkun aldı benden beni bana seni gerek seni

Ben yanaram dün-ü güni bana seni gerek seni

(Aşkın beni benden aldı, aklımı başımdan götürdü. Bana sen lâzımsın, sen, başka bir şey istemiyorum. Ben gece gündüz yanarım. Bana sen lâzımsın, sen, başka bir şey istemiyorum.)

 

Ne varlığa sevinürem ne yokluğa yirinürem

‘Işkun ile avınuram bana seni gerek seni

(Ne varlığa sevinirim, ne yokluğa imrenirim. Aşkın ile avunurum. Bana sen lâzımsın sen, başka bir şey istemiyorum.)

 

‘Işkun âşıklar öldürür ‘ışk denizine taldurur

Tecellîyile toldurur bana seni gerek seni

(Aşkın sana tutulanları öldürüp aşk denizine batırır. Sonra da onların gönlünü senin tecellîlerinle (çeşitli lütuf ve müşâhedelerle) doldurur. Bana sen lâzımsın sen, başka bir şey istemiyorum.)

 

‘Işkun şarâbından içem Mecnûn olup tağa düşem

Sensün dün ü gün endîşem bana seni gerek seni

(Aşkının şarabından içeyim, Kays gibi delirip dağlara düşeyim. Gece gündüz düşüncem sadece sensin. Bana sen lâzımsın sen, başka bir şey istemiyorum.)

 

Sûfilere sohbet gerek ahîlere ahret gerek

Mecnunlara Leylâ gerek bana seni gerek seni

(Sofular sohbet isterler, Ahîlik bağlılarının bütün düşünceleri âhirettir. Onlar da âhireti isterler. Mecnunlar da Leylâ’yı isterler. Bana sen lâzımsın, sen, başka bir şey istemiyorum.)

 

Eger beni öldüreler külüm göğe savuralar

Toprağum anda çağıra bana seni gerek seni

(Beni öldürüp yaksalar, külümü göğe savursalar, o zaman bile toprağım ‘Bana sen lâzımsın sen, başka bir şey istemiyorum’, diye bağırır.)

 

Cennet cennet didükleri birkaç köşkle birkaç huri

İsteyene ver anları bana seni gerek seni

(Cennet diye yanıp tutuştukları birkaç köşkle birkaç güzel kızdan ibarettir. Sen onları isteyenlere ver, bana sen lâzımsın sen, başka bir şey istemiyorum.)

 

Yûnus'durur benüm adum gün geldükçe artar odum

İki cihanda maksûdum bana seni gerek seni demiştir.


Sözlerimi Mevlânâ Câmî’nin, Hz. Mevlânâ için:

من چه گويم آن وصف عاليجناب

نيست پيغمبر ولى دارد كتاب

Men çi gûyem an vas-ı âlî-cenâb

Nîst peygamber vü lî dâred kitâb

Ben o yüce zat hakkında ne diyeyim?

Peygamber değil ama kitap getirmiştir. Sözleri sıradan düşünce ürünü değil, Hakk’ın üflediği aşk ilhamları, esintileridir.


 

 

   Copyright @ Süleyman Ateş