HZ. MEVLÂNÂ SÖYLEŞİSİ (1) *** Yılbaşı kutlaması

HZ. MEVLÂNÂ SÖYLEŞİSİ

Konya’da Hz. Mevlânâ Haftası münasebetiyle çeşitli etkinlikler yapılır. Hz. Mevlânâ hakkında daha ciddi bilimsel araştırmalar yapmak üzere geçen yıl Selçuk Üniversitesi bünyesinde “Mevlânâ Enstitüsü” kurulmuştu ve biz de o münasebetle Vatan Gazetesinde bir yazı yazmıştık. Bu yıl, Mevlânâ Enstitüsü düzenledikleri panele bizi de davet etmişti.

Panel 16.12.2011 tarihinde Selçuk Üniversitesinin Konferans Salonunda yapıldı. Mevlânâ’yı sanki İslâm’dan bağımsız, dine kayıtsız gibi gösterenlerin hata ettiklerini, Mevlânâ’nın, Hz. Peygamber’e olan sevgisini ve bağlılığını kendi şiirleriyle anlatmaya çalıştım.

Şimdi Mevlana Panelinde tam anlatma vakti bulamadığım konuşmamı okurlarımla paylaşmak istiyorum:

MEVLÂNÂ CELÂLEDDÎN-İ RÛMÎ (6 Re­bî‘ul-evvel 604-5 Cemâziyelâhir 672= 30 Eylül 1207-16 Ekim 1273)

Mevlânâ Muhammed Celâlu’d-dîn-i Rûmî, 1207’de Belh’te doğmuş, Sultânu’l-ulemâ unvanını taşıyan ve soyu Hz. Ebubekir’e varan babası Bahâu’d-dîn Veled ibn Hüseyn ibn Hatîb ile birlikte, henüz beş yaşında iken hicret edip önce Mekke’ye gitmiş, haccı edâdan sonra Anadolu’ya ge­lip birkaç vilâyet dolaştıktan sonra Konya’ya yerleşmişlerdir. Mevlânâ’nın oğlu Sultan Veled’in anlatımına göre Bahâu’d-dîn Veled, Belh halkına ve hükümdar Hârizmşâh’a kızarak kentten ayrılmış, kendileri Belh’ten ayrıl­dık­tan sonra bu kent Moğolların istîlasına uğramıştır. Moğollar Belh’i 617 hicrî târîhinde istîlâ ettiklerine göre Bahâu’d-dîn bu tarihten önce Belh’ten ayrılmış olmalıdır.

Bahâu’d-dîn Veled’i, Bağdat’ta Ömer Söhreverdî’nin karşıladığı ve Mustansırıyye Medresesi’nde konuk ettiği söylenir. Hicaz ziyaretinden sonra Bahau’d-dîn Veled, Anadolu’ya, önce Malatya’ya gelmiş 614 (1217), oradan Erzincan’a gitmiş, daha sonra vardığı Akşehir’de dört yıl kalmış, oradan da Larende’ye (Karaman’a) gitmiş, 7 yıl veya biraz daha fazla ikametten sonra 623’te artık 18 yaşında olan oğlu Celâlu’d-dîn-i Rûmî’yi Şerefu’d-dîn Semerkandî’nin kızı Cevher Hâtûn ile evlendirmiştir. Laren­de’de Mevlânâ’nın oğlu Sultan Veled doğmuştur. Daha sonra Bahâu’d-dîn Veled Konya’ya gelmiş, Sultan Alâaddîn Keykubâd’ın lalası Bedru’d-dîn Gevhertaş Dîzdâr tarafından kendisine yapılan medresede (Medrese-i Hudâ­vendigâr) ders okutmaya başlamıştır.

Emîrler, hattâ bizzat Alâaddîn Keykubad onun vaazlarına devam ederdi. Bahâuddîn Veled, Konya’da üç yıl ikametten sonra 18 Rebî‘u’l-evvel 628 (1230) de ölmüştür. Buna göre kendisinin 626 (1218) tarihlerinde Konya’ya gelmiş olması gerekir.

Bahâu’d-dîn Veled’in ölümü üzerine Celâlu’dîn-i Rûmî, babasının yolunda vaaz ve ders vermeye devam ediyordu.

Hz. Hüseyin soyundan bir seyyid olan Burhâne’d-dîn, Bahâu’d-dîn Veled’in eski bir mürîdi idi. Onun kılavuzluğunda çalışırken son derece riyâ­zet yaptığı, ayağı çıplak on iki yıl ormanlarda ve dağlarda dolaştığı rivâyet edilir (Eflâkî, Menâkıbu’l-ârifîn, s. 61, Tahsin Yazıcı neşri, Ankara 1959). Bahâu’d-dîn Veled, Belh’ten hicret edince Burhânu’d-dîn de Tirmiz tarafına gidip inzivâya çekilmişti. Menâkıbu’l-ârifîn’de: “Bir gün ar­kadaş­larıyla otururken, ‘Yazık, yazık, şeyhim bu toprak âleminden temiz âleme göçtü!’ diye feryâdedip ağladı, sonra şeyhinin oğlu Celâlu’d-dîn’in terbi­yesiyle meşgul olmak için Konya’ya geldi.” (Câmî, Nefehâtu’l-Uns, Ank. İlâhiyat Fakültesi Kütüphanesi, No. 634; Menâkıb, s. 56-58) deniyorsa da Sultan Veled’in ifadesinden anladığımıza göre Seyyid Sırdan diye de meşhur olan Bur­hâne’d-dîn, şeyhinin hasretine dayanamayarak onu görmek için Ana­dolu’ya gelmiştir. Fakat Konya’ya geldiği zaman şeyhinin bir yıl önce öldüğünü öğrenmiştir (Maârif, Firuzanfer neşri, Önsöz, s. Yb.).

Seyyid Burhâne’d-dîn, Celâlu’d-dîn Rûmî ile konuşunca onun zâhir ilimlerde çok güzel yetiştiğini gördü ve dedi ki: “Bütün din ve yakîn ilminde babanı yüz derece geçmişsin. Fakat babanın, hem söz, hem de hal ilmi tamdı. Bundan sonra hal ilmine çalışmanı istiyorum. O ilim, peygamberlerin ve velîlerin ilmidir. Ona ‘ledünnî ilim’ derler: ‘Biz ona kendi katımızdan bir ilim verdik’ (Kehf: 69/65) âyeti bu ilmi gösterir. O mânâ, şeyhim Hazretlerinden bana ulaşmıştır. Onu da benden al ki zâhiren ve bâtınen her bakımdan babanın vârisi ve onun aynı olasın.” (Ma‘ârif, Önsöz, s. Ye)

Bundan sonra Mevlânâ Celâlu’d-dîn, Burhâne’d-dîn Muhakkik et-Tirmizî’nin hizmetine girdi, onun vefatına kadar dokuz yıl sohbetinde kaldı (Ma‘ârif, Firuzanfer’in önsözü, s. Ye. Tahran, Çâphâne-i Dânişgâh). Burhâne’d-dîn’in ölümünden sonra Celâlu’d-dîn yalnız kalmıştı (Velednâme, s. 196). Nihayet 26 Cemâziyelâhir 642(1244)te gezgin derviş Şemse’d-dîn Muhammed Tebrîzî Konya’ya gelmiş, Şekerciler Hanı’na inmiş ve Celâlu’d-dîn ile görüşmüştür. Bu zâtâ tasavvufi anlamda âşık olan Celâlu’d-dîn onu evine götürmüştür.

Ancak Ritter’e göre bu görüşme, Mevlânâ’nın Şems ile ilk görüşmesi olmayabilir. Eflâkî, Mevlânâ’nın, Şems’i Şam’da birkaç kez gördüğünü söy­ler. Şems’in Makalât’ında bulunan bir ibare de bunu doğrular. Burada Şems, 16 yıl önce Mevlânâ’nın bir sözünü hatırladığını kaydeder (Firuzanfer, s. 65)

Aşkın en büyük mümessili olan Şems, Mevlânâ için bir aşk öğretmeni olmuştur. Sultan Veled’e göre “Evliyâ âleminin üstünde başka bir âlem da­ha vardır ki burası “mâşûk” makamıdır. Bu makam hakkında Şems-i Teb­­rîzî meydana çıkmadan önce kimse bir şey duymamıştı. Âşıklar zümre­sinden daha gizli olan bu zümrenin temsilcilerinden biri Şemsu’d-dîn’dir. Onun (s. 198) Mevlânâ’ya bu (aşk) yolu(nu) gösterdiği ve Mevlânâ’nın, onun yanında yeniden öğrenmek mecburiyetinde kaldığı belirtilir. Mevlâ­nâ’nın, sultânu’l-ma‘şûkîn olan Şems-i Tebrîzî için duyduğu bu tasavvufî aşk, Mevlânâ’yı lirik bir şair etmiş ve böylece kendisi İslâm âleminin en büyük şâirlerinden biri olmuştur. Müridleri, bu ne idüğü belirsiz dervişin gelmesin­den sonra dervişlik düzeninin bozulduğu düşüncesiyle Şems’e kin besle­meğe başladılar, hattâ onu ölümle tehdidettiler. Bunun üzerine Şems, 21 Şevval 643 (1245) tarihinde Konya’dan Şam’a kaçtı. Fakat onun gitmesi, beklenen sonucun tersine, Mev-lânâ’nın Şems’e olan tutkunluğunu daha da artırdı, müridlerine karşı daha da ilgisiz kaldı. Bunun üzerine Şems’i geri getirmek üzere Mevlânâ’nın oğlu Sultan Veled’le birlikte bir müridler grubu Şam’a gitti. Şems’in, ısrarlara dayanamayıp onlarla birlikte Konya’ya gelmesiyle, kızgınlıkları yeniden nükseden müridler, Şems’i Mevlânâ’dan uzak tutmaya çalıştılar. Sabrı tükenen, birkaç kez Sultan Veled’e, artık izi bulunmayacak biçimde Konya’yı terk edeceğini söyleyen Şems, nihayet bir gün ortalıktan kayboldu, nereye gittiği bilinemedi. Rivâyetlere göre Şems, 645 (1247) yılında kaybolmuştur. Sultan Veled, Şems’in, kardeşi Alâaddin tarafından öldürüldüğü yolundaki söylentiyi doğru bulmamaktadır.

Şems’in son kez ortadan kaybolması üzerine Mevlânâ’da görülen rûhânî değişikliği Sultan Veled, çok etkili beyitlerle canlandırmıştır (Bkz. Velednâme, s. 55 ve devamı). Sultan Veled’in ifadesine göre Mevlânâ bu olaydan sonra kendisini semâ’a verir. Şems’i bulmak için iki kez Şam’a gider. İki seyahat arasında birkaç yıllık bir ara vardır (s. 9, 61). Mevlânâ ikinci seyahatinde Şam’da birkaç ay kalır (s. 13, 61).

Nihayet Mevlânâ, kaybolan Şemsü’d-dîn’i kendinde bulur, kendisini sevgili ile bir görme haleti başlar. Bundan dolayı Mevlânâ bazı gazellerinde kendi adı yerine mâşûkunun adını zikreder.

Mevlânâ, müridlerinden ümmî kuyumcu, genç Salâhaddin Zer­kûb(Ku­yumcu Salâhaddin)’u Şems şeklinde görür ve onu kendisine halife seçer. Müridleri buna hiç tahammül edemezler ise de Salâhaddîn’in de olgun ve hikmetli davranışlarıyla fırtına diner. Salâhaddin, 10 yıl kadar Mevlânâ’ya naiblik ve halifelik yaptıktan sonra hastalanarak ölür.

Salâha’d-dîn’den sonra Urmiye’li Çelebî Hüsâmeddin Hasan ibn Muhammed ibn Alî Türk halîfe oldu. Bu da 5 Cemaziyelahir 672 yani Mevlânâ’nın ölümüne kadar 10 yıl (anılan eser, s. 120, 123 vd.) Hz. Mevlânâ’nın yanında kaldı. Buna göre Salâha’d-dîn Zarkûb’un ölümü 662 (1254) ve halîfeliğe atanması ise, 652 (1244) olmalıdır.  

(devamı yarın...)

 

Yılbaşı kutlaması

Yılbaşında yeni yılı vesile yapıp yeni yılın gelişini kutlamak amacıyla sevdiğimiz insanlarla tombala oynayıp ((kumar şeklinde değil tabii yani sohbet ortamı eğlence ortamı olsun diye )) kestane pişirip sohbet etmek günah olur mu hocam??? 

Cevap: Yazdığınız şeylerin günah olan yanı yoktur. Yılbaşı bir Hıristiyan geleneğidir ama artık dünyaca benimsenmiştir. Bazı insanlar yılbaşını İsâ’nın doğum günü olarak (Hıristiyan Noel yortusu) görmekte ve böyle algılamaktadırlar. Bu doğru değildir. Çünkü Noel yortusu 24 Aralık günüdür. Yılbaşı sadece yeni bir yıl başlangıcı olarak kutlanır. Ve kim ne derse desin bütün Dünya bunu kabul etmiştir.

İnsanlar her zaman bir araya gelip sohbet edebilir, haram karıştırmamak suretiyle eğlenebilirler. Ama işe haram olan kumar karışırsa elbette haram olur.

 

 

   Copyright @ Süleyman Ateş