KÜFÜRDE DEVAM EDENİN İNKÂR ISRARI (6)(...dünden devam) Hz. Muhammed (sav), Tevrat ve İncil'in hikâyelerini, kavmi arasında anlatılan öyküleri öğrenmiş, kâinât, varlık ve oluş hakkında genel bir kanaat edinmişti. Peygamberlik çağına gelince eski kitaplardaki bilgiler, Mekke devri deyimiyle güvenilir ruh tarafından, Medine devri deyimiyle de melek tarafından olağan üstü bir üslûb ile kendisine vahyedilmeğe başladı. Zaten önemli olan, bunları bilmek değil, bunları Kur'ân stilinde anlatmaktır. Kur'ân'ın taşıdığı fikirleri, Kur'ân stilinde anlatmak, vahye mazhar olmayan bir insan için mümkün değildir. Kur'ân üslûbu vahiydir. Kur'ân, Peygamber'in, kendisini Allah'ın tecellîsi içerisinde kaybettiği sıralarda ruhânî varlıklarca kalbine üflenmiştir. Kur'ân'ın insanları yönetecek olan muhtevâsı ise eski Arap geleneklerinden, Tevrât ve İncil’den seçilerek ve tehvîde aykırı olan unsurlar ayıklanarak vahyedilmiştir. Kur'ân, normal düşünce ürünü değil, ruhsal varlığın vahyidir. Yüce Allah bunu gayet açık olarak belirtmiştir: "Uyarıcılardan olman için onu, senin kalbine, güvenilir ruh, apaçık Arapça bir dille indirdi. Onun muhtevâsı, eskilerin kitaplarında da vardır" (Şuarâ': 193-196). Furkan: 5’nci âyetteki: "iktetebehâ: Onları yazmış veya yazdırmış" demektir. Müfessirler bu kelimeyi yazdırmış anlamında kabul ederek Hz. Muhammed'in yazı bilmediğine kanıt gösterirler. Fakat kelimenin asıl anlamı, yazmış demektir. Ümmî bir toplum içinde yetişmiş, eğitim görmemiş olan Hz. Muhammed, öyle kitap yazacak yahut kitaptan kopyalar yapacak ölçüde yazı bilmezdi ama bu, onun hiç yazı bilmediği anlamına da gelmez. Kanaatimize göre o da kendisiyle aynı şartlar içinde yetişmiş olan arkadaşları Ebubekir ve Ömer kadar yazıdan haberdardı. Ama zar zor imza atacak ya da bir iki kelime yazacak kadar yazı bilmesi, okur yazar sayılması için yeterli değildir. Özellikle o, daha önceki İlâhî Kitapları bilmez ve onları okuyup anlayamazdı. Çünkü o Kitaplar İbranice-Aramice idi. Hz. Muhammed ise Arapça'dan başka bir dil bilmezdi. Onun için yabancı dildeki İlâhi Kitapları okuyamaz ve onları kendi diline aktarıp yazamazdı. Sanıyoruz ki Hz. Muhammed'in, yazı bildiği kanaatinde olan Araplar, onun, doğrudan eski Kitapları okuyamadığını da biliyorlar fakat o kitapların içeriğini Kitap ehli bazı kişilerden dinleyip kendi diliyle yazdığını ileri sürüyorlardı. "Başka bir topluluk da kendisine yardım ediyor" şeklindeki sözleri bunu anlatmaktadır. Fakat Kur'ân, öyle köle veya köle azatlısı kimselerden kulaktan dolma sözlerle yazılacak türden bir Kitap değil, doğrudan peygamberlere vahiy taşıyan Kutsal Ruh'un vahyidir. Hz. Muhammed'in herhangi İlâhî bir Kitabı okuyup öğrenmediği, O Kitabın sözlerini yazacak kadar yabancı dile ve yazı becerisine sahip olmadığı, Ankebut Sûresinin 48’nci âyetinde açık olarak vurgulanmaktadır: "Sen bundan önce bir kitap okumuyordun, elinle de onu yazmıyorsun. Öyle olsaydı o zaman (Allah'ın sözlerini boşa çıkarmağa çalışan) iptalciler kuşkulanırlardı" Sonuç itibariyle kardeşim Hz. Peygamber döneminde de sizin savınız gibi savlar ortaya atıldı, ama o sözlerin sahipleri sönüp gittiler. Hz. Muhammed'in aldığı vahiyler de dünyaya ışık saçmaya devam ediyor. Bir daha bana yazmayın; ben sizinle tartışacak biri değilim. Kur’ân’ın deyişiyle: "Senin işin sana, benimki banadır." Hz. Mevlânâ’nın dediği gibi ben Kur'ân'ın hizmetçisi ve Hz. Muhammed'in bendesiyim. ***
|