TASAVVUFTA SALİK-MÜRŞİT MESELESİ VE KUR’AN’A GÖRE ŞİRK (2)
Salı, 17 Ocak 2017 00:00

TASAVVUFTA SALİK-MÜRŞİT MESELESİ VE KUR’AN’A GÖRE ŞİRK (2)

(...dünden devam)

Evet, bu hale devam ederse salik, kendi fizik varlığı mevcut iken algısal varlığını kaybeder. O zaman insan Hakk'ın varlığında yok olur, kendisinde Hak görünür. Bir ruhsal sarhoşluk içine giren salik Mansur gibi "Ene'l-Hakk: Ben Hakkım!" demeğe başlar. Ama bunu bilinçli olarak değil, beşeri düşünce ve iradenin dışında söyler. Hani şairin dediği gibi:

Mansur Enel-Hakk söyledi;  Mansur değil, Hak söyledi.

Mansur'a ait Aḫbaru'l-Hallac adlı risalede Mansur bu halini şöyle anlatmıştır:

“Hak beni benden aldı, beni bana bırakmıyor!”

Burada dine aykırı olan nedir? Şirk bunun neresinde? Şirk Hak'tan başka varlıklara tapmak, onlardan medet ummaktır. En büyük şirk de kişinin kendi nefsine tapmasıdır. Kur’ân, nefsini tanrı edinen, yani keyfinin peşinde giden insanı kınamaktadır: Arzusunu tanrı edinen kimseyi gördün mü? Onun üstüne sen mi bekçi olacaksın? Onu sen mi kurtaracaksın?” (Furkan: 43) Bundan ötürüdür ki büyük mutasavvıf müfessir Sehl bn Abdullah et-Tüsterî, en büyük şirkin, nefse tapmak olduğunu söylemiştir. Hak'tan başka her şeyi yok bilip sadece Hakk'ı görmek şirk değil, tevhîdin özüdür.

Cühud makamı

Şeyh Abdullah Ensârî, bu makamı cühûd makamı diye tanımlar. Cühud küfür, inkâr demektir ama buradaki küfür ve inkâr Hakk’tan başka varlıkları örtmek, onları hiç görmemek anlamındadır ki tavhîd inancının doruğudur. Çünkü bu makamda Hak'tan başka her şey salikin bilincinden silinmektedir. Eğer salik hep bu makamda kalırsa ebedi sarhoşluk içine girer. Hiçbir şey yapamaz olur, dinin buyruklarını yerine getiremez. Öyle ise bu halde kalmak kemal (olgunluk) değildir. Asıl olgunluk bu hali yaşadıktan sonra salikin tekrar fizik varlığı bilincine dönmesi ama her zaman yaşadığı o mahviyyet haliyle de iç içe olmasıdır. Fena fillah mertebesinden sonra gelen olgunluk makamına "Baka billah: Allah ile var olma" makamı denilir. İşte Hz. Peygamber ve onun izinde giden büyük mutasavvıflar böyle ikili bir hal içinde olmuşlardır. Kâh kendilerinden geçip mahva girmişler, kâh fizik varlıklarının bilincine dönmüşler de çevrelerine ışık saçmışlar, insanları Hakk’a, doğruya, gerçeğe götürmeğe çalışmışlardır. Onlar kâmil mürşidlerdir.

Ama her mürşidlik iddia eden de bu makamı yaşamış değildir. Şimdi gerçek mürşidlerden çok fazla dünya saltanatı, hegemonya heveslisi insanlar piyasadadır. Bunlara tabi olmak şirke girmekle eştir.

(devamı yarın..)