Dinimizde cihadın tanımı nedir? (2)
Cuma, 21 Ekim 2011 00:00

(..dünden devam)

HZ. PEYGAMBER NİÇİN SAVAŞTI?

İslâm kılıç dini değil ve İslâm’da zorlama yok ise, fetihler niçin yapıldı? Meselâ Mekke’nin Fethi, nefsi müdâfaa olayı mıdır?”

Bu sorunun cevâbı şöyledir: Peygamber döneminden sonraki siyâsî ve askerî olaylar bizi bağlamaz. Ancak Peygamberimizin uygulamaları ve söylemleri bizi bağlar. Peygamberimiz, durup dururken kimseye fetih hareketi veya savaş düzenlememiştir. Mekke’nin Fethi, bir saldırı savaşı gibi görünürse de gerçekte öyle değildir.

Bilindiği üzere Mekke döneminde Müslümanlar büyük baskı altında tutuldular. Peygamber’e ve Müslümanlara üç yıl ambargo uygulandı. Onlar bir vadide mahsur bırakıldılar. Zayıflar eziliyor, korumasızlar, canlarını kurtarmak veya baskıdan kurtulmak için göç etmek zorunda bırakılıyorlardı. Bu yüzden Peygamber’in amcası oğlu Ca‘fer, damadı ve kızı dahi Habeşistan’a hicret etmek zorunda kalmışlardı.

Nihayet baskı o dereceye vardı ki Mekke’nin egemenleri, Peygamber’i öldürmeyi planladılar ve bunu uygulamaya koyarlarken Peygamber (s.a.v.) Medîne’ye hicret etti. Ondan önce ve sonra Müslümanlar bireysel olarak veya topluca mallarını, mülklerini bırakıp göç etmek zorunda kaldılar. Bunların evleri, barkları, mal ve mülkleri Mekke egemenlerine kaldı.

Müslümanlar Medine’de bir devlet kurdular. Ama Mekke ve yöresindeki Kureyş ve yanlıları, İslâm’ın ilerlemesine en büyük engel teşkil ediyorlardı. Müslümanların Mekke’ye gidip hac ibadetini yapmalarına engel oluyorlardı. Nitekim Müslümanlar, Hicretin sekizinci yılında umreyapmak amacıyla Mekke yöresine kadar gittiler, fakat Hudeybiye’de durduruldular. Sonuçta Mekkelilerle Müslümanlar arasında Hudeybiye Barış antlaşması imzalandı.

Bu antlaşmaya göre Müslümanlar, o yıl umre yapmayacaklar, ertesi yıl gelecek, Mekke’de üç gün kalacak ve umreyi tamamlayıp döneceklerdi.

Hudeybiye Barış Antlaşmasına göre Mekkelilerin tarafını tutup onların şartlarına tâbi olan Bekr Oğulları kabîlesi, yine adı geçen antlaşma uyarınca Müslümanların tarafını tutup onların şartlarına tâbi olan Huzâ‘a oğulları kabîlesine saldırdı. Vaktiyle aralarında bulunan bir kan dâvâsı yüzünden Bekr Oğulları, Kureyşlilerden yardım alarak geceleyin Huzâ‘a Oğullarına saldırıp onları dövdüler ve Münebbih adlı bir adamlarını da öldürdüler. Kureyşin Bekr Oğullarına yardımı, Hudeybiye Barış Antlaşması’nı ihlâl idi.

Huzâ‘alılardan kırk kişi gelip Hz. Peygamber’den yardım istediler. Peygamber (s.a.v.), onlara yardıma söz verdi.

Kureyş, Barış Antlaşmasını ihlâl etmekle her zaman Müslümanlara düşmanlığını, fırsat bulunca Müslümanları boğma niyetinde olduğunu gösterdi. Ayrıca Müslümanların mallarını, mülklerini, dükkânlarını işgal etmişler, onları öz yurtlarından sürmüşlerdi.

Bu durumda Müslümanların, kendi yurtlarını, işgalcilerden geri almak ve antlaşma şartlarını dinlemeyip Müslümanların müttefiklerine saldıranlara karşılık vermek bir saldırı mıdır, yoksa savunma gereği midir? Bunu sağduyu sahipleri takdir etmekte gecikmez.

İslâm’ın barış ruhunu perçinleyen şu âyetleri daima anımsamalıyız: “Allah sizi, dîn hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan men‘etmez. Çünkü Allah, adalet yapanları sever. Allah sizi, ancak sizinle dîn hakkında savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanıza yardım eden kimselerle dost olmaktan men‘eder. Kim onlarla dost olursa, işte zalimler onlardır.” (Mümtehine: 111/8-9)

İlk önce Mekke döneminde inen âyetlerde emredilen cihad’ın savaş ile ilgisi yoktur. Kur’ân’da savaşın karşılığı kıtâldir. Kur’ân’a göre kıtâl, ancak saldırgan düşmana karşı yapılır. Kimsenin dinini değiştirmek yahut toprağını elinden almak için kıtâl yapılmaz. Bu tür saldırı kesinlikle yasaktır. Kur’ân şöyle der:

Sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın; fakat haksız yere saldırmayın, çünkü Allah, saldırganları sevmez.(Bakara: 190)

İki âyet sonra, savaşın nedeni açıklanmaktadır: Onlarla savaşın ki baskı ortadan kalksın, özgürce Allah’a tapılsın. Ama düşmanlar saldırılarına son verirlerse artık zalimlerden başkasına düşmanlık olmaz!” (192)

Hz. Muhammed, hiç kimseyi din değiştirmeğe zorlamamıştır. Çünkü Kur’ân bunu yasaklamıştır: “Dinde zorlama yoktur!” (Bakara: 256)

Açıkça görüldüğü üzere çevreyi kuşatmış olan putçular, Müslümanlara baskı yapıyor, korumasızları çeşitli işkencelerle eziyor, öldürüyorlardı. İşte âyet, vicdanlar üzerinde baskının kalkması için saldırganlara karşı savaşmayı, ama düşman saldırıdan vazgeçtiği takdirde barış içinde yaşamayı öğütlemektedir.

Kur'ân, vicdan özgürlüğü getirmiştir. Hz. Muhammed'in, insanlar üzerinde bir zorlayıcı değil; duyurucu, öğüt verici olduğunu belirtmiştir: (A‘râf: 188, Ğâşiyeh: 21-22, Şûrâ: 48, Ra‘d: 40, Ankebût: 18; Nûr: 54) gibi pek çok âyet, Peygamber'in görevinin, insanları zorlayarak yola getirmek değil, gerçekleri duyurmak olduğunu vurgulamaktadır. Bunlar, din ve vicdan özgürlüğünün en güzel kanıtlarıdır.

Nahl: 106’ncı âyetin tefsîrinde bazı kim­se­le­rin, Müslüman olmuş iken işkence karşısında sadece dil ile inkâr etmek zorunda kaldıkları rivâyet edilir. Bu zorlananlar arasında Ammâr, babası Yâsir, annesi Sümeyye, Suheyb, Bilâl, Habbâb, Sâlim ve Hadramî'­nin kölesi Cebr de vardı. Babası ve annesi işkence ile öldürülmüş olan Am­mâr, diliyle inkâr etmek zorunda kalmış, böylece ölümden kurtulmuştu.

“–Ammâr inkâr etti, denilince Hz. Peygamber:

– Hayır, Ammâr, başından tâ ayağına kadar imanla doludur, iman onun etine, kanına karışmıştır, demiş; ağlayarak yanına gelen Ammâr'ın gözlerini silmiş ve:

– Ağlama, eğer sana kötülük etmeğe kalkarlarsa onlara söylediğin sözleri yine söyle, buyurmuştur.”

Cihad hakkında geniş bilgi için “Kur’ân Ansiklopedisi” adlı eserimizde cihad maddesine bakınız.

Biraz önce de belirttiğimiz gibi Cihad’ın asıl anlamı uğraşma, didinme, savaşım verme demektir. Namaz da şeytani düşüncelerle uğraşma, onları savma mücadelesidir. Namazda kötü düşüncelerin, sürülmesi için çaba harcanır. Bundan dolayı Hz. Pey­gamber, namazın büyük cihad (savaşım, uğraş) olduğunu belirtmişlerdir.

 

 

   Copyright @ Süleyman Ateş