CENNET SADECE MÜSLÜMANLARA MI MAHSUSTUR? (5)
Çarşamba, 27 Nisan 2016 00:00

CENNET SADECE MÜSLÜMANLARA MI MAHSUSTUR? (5)

(...dünden devam)

Kur'ân-ı Kerîm, Kitâp ehli içinde bu tür inanç sahiplerini, bundan vazgeçip tevhîde gelmeye çağırmaktadır:

“Ey Kitap ehli, dîninizde taşkınlık etmeyin ve Allâh hakkında gerçek olmayan şeyleri söylemeyin! Meryem oğlu Îsâ Mesîh, sadece Allâh’ın elçisi, O’nun Meryem’e attığı kelimesi ve O’ndan bir ruhtur. Allah’a ve elçilerine inanın, (Allâh) 'Üçtür' demeyin. Kendi yararınıza olarak buna son verin. Çünkü Allâh, yalnız bir tek tanrıdır. Hâşâ O, çocuk sâhibi olmaktan yücedir. Göklerde ve yerde olanların hepsi O’nundur. Vekîl olarak Allâh yeter.” (Nisa: 98/171)

Bakınız Kur'ân-ı Kerîm, Kitâp ehlinin dinlerini kötülemiyor, onlardan dinlerini bırakmalarını da istemi-yor, fakat tevhîde aykırı inançları bırakıp Allah'a ve elçilerine inanmaya, aşırılıktan vazgeçmeye çağırıyor. Çünkü onları bu tür inançlara götüren, İsâ'ya olan sevgilerini aşırılığa vardırmaları olmuştur. Bu ifrât, sonunda onları, insan olan peygamberi Allah'ın parçası sanmağa götürmüştür.

Kur'ân-ı Kerîm, Mâide Sûresinin 73‘ncü âyetinde teslîs inancını bırak­mayanlara acı bir azâbın dokunacağını bildirmekte ve onları bu sözden vazgeç­meye çağırmakta; Âl-i İmrân Sûresinin 64’ncü âye-tinde de onları tevhîd inan­cında birleşmeye dâvet etmektedir:

“De ki: ‘Ey Kitap ehli, bizim ve sizin aranızda eşit olan bir söze gelin: Yalnız Allah’a tapalım. O’na hiçbirşeyi ortak koşmayalım; birbirimizi Allah’tan başka tanrılar edinmeyelim.’ Eğer yüz çevirirlerse; ‘Şâhid olun, biz Müslü­man­larız!’ deyin.” (Âl-i İmran: 94/64) âyetinin son cümlesinde, İslâm’ın bu olduğu vurgulanmaktadır.

Demek ki Allah'a şirksiz, âhirete şeksiz inanıp sâlih amel yapan herkes İslâm dâiresi içindedir. Peygamber'in vazifesi Allah ile kul arasına girmek yahut insanları kendisine taptırmak değil, Allah'a kulluğa götürmektir. Allah'a îmân ve yalnız O'na kulluk gereğini duyurmakla, peygamberin görevi son bulur. “Sana düşen, sadece tebliğdir.” ( Şûrâ: 62/48 ve aynı meâlde: Nahl: 70/35, 82; Ankebût: 85/18; Ra‘d: 87/40; Nûr: 102/54; Âl-i İmran: 94/20; Mâide: 11092, 99. âyetler) Ne peygamber, ne de herhangi bir varlık, Allah ile kul arasına giremez ve Allah'tan başka tanrı gibi tapınılamaz.

Hâsılı Kur’ân-ı Kerîm, insanlığa sonsuz İlâhî rahmeti sunmuş, belli bir zümreye değil, Âdem'den Muhamme'de (hepsine selâm olsun) bütün peygam­berlerin getirdiği İslâm'ın, yani tevhîd dininin ruhuna bağlı kalan ve tevhîd ahlâkını uygulayan her kula mutluluk, cennet va‘detmiştir. Ama insan egoizmi, toplumun düşüncelerini hadîs şekline döküp Kur'ân'ın açık ifadelerini hükümsüz bırakacak; Kur'ân: "Kitap ehliyle, –haksızlık edenleri dışında– en güzel tarzda tartışın ve deyin ki: ‘Bize indirilene de size indirilene de inandık. Tanrımız ve tanrınız birdir, biz de O'na teslîm olanlarız’.” (Ankebut: 85/46) deyip bütün tevhîd ehlini bu üç ortak noktada, yani Allah'a, âhirete îman ile sâlih amelde birleştirmek isterken; bu maksatla: “Ey Kitap ehli, bizim ve sizin aranızda eşit olan bir kelimeye gelin: ‘Yalnız Allah’a tapalım. O’na hiçbirşeyi ortak koşmayalım; birbirimizi Allah’tan başka tanrılar edinmeyelim’...” (Al-i İmran: 94/64) demesini Peygamber’e emrederken, taklidçi din adamları, Kur’ân’ın, kendisinden önceki Kitapları neshettiğini iddiâ edip diğer din mensuplarını, müşrik, muvahhid ayırımı yapmadan cehenneme doldurmuşlardır.

***