FİRÂSETLE ZAN ARASINDAKİ FARK (1)
Pazartesi, 01 Şubat 2016 00:00

FİRÂSETLE ZAN ARASINDAKİ FARK (1)

(...dünden devam)

Zan bir sanmadır, tahmine dayanır. Doğru da çıkabilir, yanlış da. Bundan do­layı yüce Allah, zannın çoğundan sakınmayı emretmiş, zannın bir kısmının günah olduğunu haber vermiştir (Cin: 40/26-27).

Firaset ise dünya kirlerinden arınarak Allah'a yaklaşmış kalbin sez­gisidir. Alla­h'a kulluk ve Allah sevgisi ile arınmış, olgunlaşmış kim­seler, Allah'ın kalblerine attığı bir nur ile bakar, diğer insanların görmediklerini görebilirler.

Yüce Allah: "Şüphesiz bunda, işaretten anlayanlara (nice) ibretler vardır." ( Müslim, Cenâiz, B. 22, h. 62-64) âyetiyle firaseti övmüş. Peygamber(s.a.v.)in de firâ­setli mü’­minin, Allah’ın nuruyla baktığını, öyle içi aydın kişilerin sezgisinden çekin­mek gerektiğini belirten hadîsini biraz önce kaydetmiştik.

Firâset, Allah'a yaklaşmakla hasıl olur. Kalb, üstüne konan maddî kirlerden temizlenmek suretiyle Allah'a yaklaşırsa Hakk'ı bilmeğe engel olan şeyler ortadan kalkar. Allah'ın nurundan ona ışıklar yansımaya başlar. Bu ışıklar kişinin Hakk'a yak­laşması oranında kuvvetli veya zayıf olur. Allah'tan gelen nurla bakan kimse yalnız yakını değil, uzakları da, perde arkasındaki şeyleri de görür.

Peygamber (s.a.v.) bu konuda Rabbinden şunu anlatmıştır: "Kulum kendisine farz kıldığım ibadetle bana yaklaştığı kadar hiçbir şeyle bana yaklaşmaz. Kulum nâfile ibadetlerle de bana yaklaşmaya devam eder. Bana o kadar yaklaşır ki ben onu severim. Ben onu seversem, onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı olurum; benimle işitir, benimle görür, benimle tutar, benimle yürür." (Kelâbâzî, et-Tearruf li mezhebi ehli't-tasavvuf, s. 46; el-Luma', s. 174)

Yüce Allah, burada kulunun kendisine yaklaşması sonucunda ken­disinin onu seveceğini, onu sevince de kulak, göz, el ve ayak bakımından ona yaklaşacağını, böy­lece kulun kendisiyle işitip kendisiyle görüp, kendisiyle tutup, kendisiyle yürüye­ceğini ifade buyurmuştur. Bu demektir ki o kulun ruhu, maddî tesirlerden âdeta soyutlanmış, duyuları temizlik kazanmış, ruhânîleşmiş, güçlenmiş, kalbi kirlerden te­mizlenmiş, ayna gibi olmuştur. İşte onun kalb aynasında hakikat suretleri hiç bozul­madan gayet net, olduğu gibi görünür. Onun firaseti hemen hiç yanılmaz. Zira Allah ile gören kul, bir şeyi olduğu gibi görür, Allah ile işiten, olduğu gibi işitir.

(devamı yarın..)