CİNLE EVLENMEK CAİZ MİDİR? (3)

(...dünden devam)

İslâm bilginlerinden bir kısmına göre cinn, gözden gizli varlıklara denilir. Bu anlamıyla bütün rûhsal varlıklar yani melekler, rûhlar, şey­tânlar cinn tabiri içine girer. Buna göre melekler de cin grubundandır. Fakat bir kısım bilginlere göre melekler cinlerden ayrı bir gruptur.

Râğıb'a göre rûhsal varlıklar üç kısma ayrılır: 1) Hepsi iyi olan varlıklar ki bunlar meleklerdir. 2) Hepsi kötü olan varlıklar ki bunlar da şeytânlardır. 3) Hem iyisi, hem de kötüsü bulunan varlıklar ki işte bunlar da cinlerdir. Râğıb Isfahânî'nin bu sınıflandırması, sağlam bir temele dayanmaz. Gerçekte rûhsal varlıklar üç değil, iki bölüme ayrılır: Tamamen iyiler; hem iyisi hem de kötüsü bulunanlar. Tamamen iyi olan rûhsal varlıklar, meleklerdir. Hem iyisi, hem de kötüsü bulunan rûhsal varlıklar ise cinlerdir. Cinlerin iyisine sadece cinnî, kötüsüne de şeytan denilir. Kehf Sûresinin 50. âyetinde, şeytanların başı olan İblîs'in cinlerden olduğu belirtildiğine göre artık şeytânları cinlerden ayrı bir grup saymak, sağlam bir temele dayanmaz.

"Bazı kimseler de cinnin, insan bedenlerinden ayrılmış olan insan rûhları olduğunu söylemişlerdir. Onlara göre rûhlar bedenlerden ayrılınca rûhsal âlemdeki rûhsal sırların kendilerine açılmasıyla güçleri ve olgunlukları artar. Rûhun ayrıldığı bedene benzer bir beden hasıl olunca, aradaki benzerlik dolayısıyla o rûh ile o beden arasında bir çeşit ilişki kurulur ve bedenden ayrılmış olan rûh, kendi bedenine benzeyen o bedene, işlerinde ve düşüncelerinde yardımcı olur. Çünkü cinsiyet (ben­zeme), birleşme nedenidir. İmdi böyle bir ittifak (uyumluluk), hayırlı canlar arasında olursa o yardımcıya melek denir, onun yaptığı yardım da ilhâm adını alır. Bu uyum­luluk kötü rûhlar arasında olursa o yardımcıya şeytân, yaptığı yardıma da vesvese denir. "Mu'tezile, cinnin varlığını kabul etmekle beraber, güç işleri yapa­bilmek için yoğun bünyeye ihtiyaç bulunduğunu ileri sürerek melek ve cinnin ağır işler yapa­bileceklerini kabul etmezler.”

Râzî bunlara cevaben der ki: "Ben bu mu'tezileye şaşıyorum; nasıl bunlar hem meleğin ve cinnin varlığını haber veren Kur'ân'ı tasdik ediyor, hem de kendi görüşlerinde kalıyorlar? Çünkü Kur'ân, meleklerin ağır işler yapabileceklerine delâlet eder. Cinn de öyledir. Bu kudret, ancak yoğun maddi cisimlerde ortaya çıkar. Demek ki melek ve cinnin kudretleri, yoğun cisimlerde kendini gösterir (yani meleklerin ve cinlerin güçleri maddeyi etkiler). Bu melekler daima bizim yanımızdadırlar. Kerîm yazıcılar(koruyucu melekler)dir. Yine canları alırken de yanımıza gelirler. Peygam­ber(s.a.v.)in yanına da gelirlerdi, kimse onları görmezdi. Can verenin yanında bu­lunanlar da gelen ölüm meleğini görmezler. Eğer gelen yoğun cismi görmek gere­kiyorsa, biz niçin onları görmüyoruz? Görmek gerekmiyorsa, mu'tezilenin görüşü ba­tıldır. Ve eğer bu rûhsal varlıklar, yoğunluksuz olarak kuvvetli iseler, bu kez mu'­tezilenin: 'Yaşamak için beden şarttır' sözleri bâtıl olur. Onlara göre melek ve cin, latif ve diri cisimlerdir. Ama letafetinden dolayı ağır işleri yapamazlar. Bu söz, Kur'ân'ın söylediğini açıkça inkârdır.

(devamı yarın..)