VAKTİYLE MERHUM ŞEVKET ZENGİNDEN GELEN SORU VE CEVABIMIZ (2) PDF 
Perşembe, 11 Eylül 2014 00:00

VAKTİYLE MERHUM ŞEVKET ZENGİNDEN GELEN SORU VE CEVABIMIZ (2)

(...dünden devam)

Özetle: Mirasta kadına erkeğin yarısı kadar pay verilmesinin doyurucu bir izahı var mıdır?

Cevap: Şevket Bey, uzun mailinizi aldım. Benim kanaatime göre Kur’ân’daki miras taksimi, orijinal değil, Arap miras taksiminin biraz reforme edilmiş şeklidir. Araplar kız çocuğuna çoklukla hiç miras vermiyorlardı. Kur’ân ona hiç değilse kardeşinin yarısı kadar miras hakkı tanımıştır. Bu da o zamana göre kadın lehine büyük bir reformdur.

Ama benim kanaatime göre din miras taksimi, kısas, diyet gibi dünyaya ilişkin ve zamanla değişecek sorunlar değil, Allah ile kul arasında her zaman var olan ve hiç değişmeyecek olan iletişimdir. Kur’ân, dünya nizamı için bazı kurallar getirmiştir. Amaç toplumun düzenini sağlamaktır. Ama bunlar değişmez kurallar değildir. Zamanla değişme hüviyeti gösterir. Değişmez olsaydı dinlerde nesih diye bir şey söz konusu olmazdı. Değişmeyecek olan nedir? Toplum düzenini sağlamak ve kulların hukukunu korumaktır. Nitekim İslâm bilginlerinden Tûfî, bu meseleye parmak basmış ve dinin hukuk kurallarının kamunun maslahatını sağlamak olduğu esasına dayanarak birçok çağdaş yorum yapmıştır. Bu eserin özet çevirisini “Kur’ân Ansiklopedisi’nde vermiştik.

Şimdi insanlar isterse mallarını Kur’ân’ın taksimine göre üleştirirler. Ama isterlerse modern kanuna göre taksim ederler. Taraflar buna razı olduktan sonra Allah onlara kızmaz, niye öyle taksim ettiniz, demez. Zira mirasçılardan birisi, hakkından vazgeçer de tamamen ötekilere bağışlarsa sorumlu olur mu? Olmaz. Nitekim Karadeniz bölgesinde ve Anadolu’nun birçok yerinde kız kardeşler, haklarını erkek kardeşlerine bırakırlar. Buna itiraz eden olmaz, dine aykırı davrandı denmez, tam tersine böyle yapan kız fedakâr diye övgüye layık görülür.

Kısastan amaç, cinayetleri önlemektir. Ama taraflar razı olursa bunu uygulamaz, diyete çevirirler. Maktulün tarafı isterse diyeti de almaz, bağışlar ve katil hiç ceza giymez. Kur’ân bu seçenekleri getirdiğine göre demek ki cezayı toplumun rızasına bırakmıştır. Esas olan düzeni sağlamaktır, ceza uygulamak değil. Şayet toplum Kısas cezasını ağır bulur da bunu hapse çevirir ve hapisle düzeni sağlamaya karar verirse kanaatime göre bu, Allah’ın rızasına aykırı olmaz. Maktulün yakınlarına kısası hafifletme yetkisi veriyor da toplumun yöneticilerine niçin cezayı hafifletme yetkisini vermesin?

Öyle ise ceza ve miras hukuku gibi tamamen dünya nizamına ilişkin sorunlar, asıl din değildir. Din insan ile Allah arasında iletişimi sağlayan, insanı insan yapacak olan ibadet, zikir, Allah sevgisi ve bunların ürünü olan güzel ahlaktır. Nitekim Peygamberimiz, “Din ahlâktır” buyurmuşlardır.

İşin aslı budur. Miras taksimini açıklarken önyargılı kişilerden gelen itirazları karşılamak için yaptığımız, sizin de yukarıda işaret ettiğiniz yorumlar ise tatmin edici değildir.

Elbette Kur’ân âyetinin anlamını, birilerinin hoşuna gitsin diye çarpıtamayız. Ne ise o. Ama uygularız uygulamayız o bizim sorunumuz. Eğer biz Kur’ân’ın ruhuna sadık kalsaydık, emirlerdeki amacı anlayacak ve çağın gerisinde kalmayacaktık.

Esasen Kur’ân, emirlerinin dogma ve tabu yapılmasını istemiyor, ama biz onları putlaştırdık, dogma yaptık. Bu ruhu bilen Hz. Ömer, çok meselede Kur’ân’ın emrine rağmen hükümler vermiştir. Siz bu konuda örneklemeyi Prof. Dr. Mehmet Hatiboğlu’n­dan sorun. O bu konuda daha uzmandır.

Konu ile ilgili bir soru üzerine verdiğim yanıtı burada yinelemek yerinde olur: Toplum psikolojisi bazı öncelikli emirleri en sonraya, koyuyor. Bazen Kur’ân’ın emri olmayan geleneği de en öncelikli hale getiriyor. Meselâ sünnet operasyonu Kur’ân emri değildir ama şimdi Müslümanlığın simgesi haline gelivermiştir. Demek ki toplum dinin bazı hükümlerini öncelikli yapabiliyor, böyle benimsiyor ve bu anlayış egemen oluyor. Toplumun genel kabulü dinleşiyor. Nitekim Kur’ân da bu realiteyi göz önünde tutarak sağduyu sahiplerinin, (Kur’ân) Söz(ün)ü dinleyip en güzeline uyacaklarını belirtmektedir: “Onlar, SÖZ’ü dinlerler ve onun en güzeline uyarlar. İşte onlar Allah'ın kendilerini doğru yola ilettiği kimselerdir ve onlar sağduyu sâhipleridir.” (Zümer: 18)

Âyetten açıkça anlaşılıyor ki Kur’ân, bütün Söz’lerinin olduğu gibi uygu­lanmasını şart koşmuyor. O sözlerin çağa uygun olanını bulup uygulayanları övüyor. İşte Kur’ân’ın amacı: Sözlerin kendisi değil, toplumun huzur ve mutluluğudur. Sa’dînin deyişiyle “پس سخن كوتاه بايد و السلام: Sözü kısa  kesmek gerek vesselâm.”

***

 

 

   Copyright @ Süleyman Ateş