KUR’ÂN ÇEVİRİSİYLE NAMAZ KILINABİLİR Mİ? (2)
Cumartesi, 14 Haziran 2014 00:00

KUR’ÂN ÇEVİRİSİYLE NAMAZ KILINABİLİR Mİ? (2)

(...dünden devam)

Bir Arap için kendi lehçesini bırakıp başka bir lehçe ile Kur’ân okuması hattâ kendi diliyle Kur’ân okumaya tam anlamıyla muktedir olan Kureyşlinin, meselâ Temîm lehçesiyle okuması câiz olunca, Arapça’yı iyi bilmeyen bir yabancının da, asıl önemli olan mânâ ile yetinerek Kur’ân’ın çevirisini okuması caizdir.” demektedir (Abdu’l-Azîz Ahmed ibn Muhammed el-Buhârî, Keşfu’l-esrâr (Keşf-i Pezdevî): 1/24 İstanbul, 1308).

Ezberinde hiç Kur’ân âyeti olmadığını, namazda Kur­’ân yerine geçecek bir şey öğretmesini ricâ eden kimseye Allah’ın Elçisi: "Subhânellahi ve’l-hamdu lillâhi ve lâilâhe illallahu vallahu ekber velâ havle velâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyi’l-azîm" demesini öğütlemiştir.

Tarihî veriler de ilk dönemlerde Arapça bilmeyenlerin, çeviri ile namaz kıldıklarını göstermektedir. İranlıların, Selmâ’nın yaptığı Farsça Fâtiha tercümesini okuyarak namaz kıldığını anlatmıştık. Narşahî(ö.348/959)’nin Târîhu Buhârâ adlı eserinde belirttiğine göre Türkistan fetih hareketlerinde yer alan Emevî komutanı Kuteybe ibn Müslim (ö. 96/714), Buhârâ halkını, yaptırdığı câmi‘de topladı. O zaman Arapça bilmeyen Buhârâ halkı, Farsça namaz kıldılar.

Nizâmu’d-dîn el-Ensârî güvenilir birine dayandırdığı habere göre Hasan-ı Basrî(ö. 110/728)’nin talebesi, tasavvuf silsilesinin ilk halkalarından biri olan Habîb-i Acemî, dili Arapça’ya iyi yatmadığı için namazda Kur’ân’ın Farsça çevirisini okurmuş.

Ensârî’nin kendi ifadesi şöyledir: “Bilginlerden kimine göre Kur’ân, lafız ve mânâ bütünüdür, kimine göre de sadece mânâdır, lafız, Kur’ân’ın temel taşı değildir. İşte, Kur’ân’ın temel taşının söz kayıpları değil, fakat mânâ olduğunu söyleyenler diyorlar ki: Bunda, Arapçayı bilmemek, dilin Arapçaya yatmaması gibi bir özür dolayısıyle Kur’ân’ın Farsça okunabileceğine işaret vardır. (İmam-ı A‘zam’dan aktarılan) doğru görüş budur. Onun iki öğrencisi (Ebû Yusuf ve Muhammed) de bu görüştedirler. Bu, özür halinde mânânın, lafzın yerine geçmesidir. Güvenilir birinden duymuştum ki: Muhaddislerin tâcı, müctehidlerin imâmı Hasan Basrî’nin talebesi olan: âriflerin ve velîlerin tâcı, silsile şeyhi Habîb-i Acemî (Allah ikisinin de ruhunu yüceltsin ve onların bereketi hürmetine bizi rızâsına uygun işlerde başarılı kılsın), dili Arapçaya yatmadığı için namazda Kur’ân’ı Farsça okurdu.

(Kur’ân’ın, sadece mânâdan ibâret olduğunu ispat için bu delîli ileri sürenlere verilecek) Meşhur cevap şudur: Bu müsâade, Kur’ân, sadece mânâdan ibâret olduğu için verilmiş değil; lafız, zorunluluk halinde gerekliliği kalkan zâid bir rükün olduğu için verilmiştir [Kur’ân mânâ ve lafız olarak iki temelden oluşur. Asıl temel taşı mânâdır, lafız da onu insanlara taşıyan zâid (fazladan)bir ögedir. Zorunluluk halinde bu tâlî öge düşer]. Asıl temel öge olan mânâ, lafız ögesinin de yerini alır.” (Abdu’l-Alî Muhammed ibn Nizâmi’d-dîn el-Ensârî, Favâtihu’r-Rahamût bi şarhi Musellemi’s-subût, Mısır, Bûlak, 1324, s. 2/8)

***