KUR’ÂN MELEĞİN VAHYİDİR
Pazar, 08 Haziran 2014 00:00

KUR’ÂN MELEĞİN VAHYİDİR

Merhaba Hocam, ellerinizden öperim. Allah razı olsun, sayenizde birçok güzel bilgi öğrendim. Size bir şey sormak istiyorum: "Kur’ân Cebrail'in sözüdür." seklinde Tekvir suresinin 19. âyetine dayandırılan bir düşünce var. Bence bu çok mantıklı. Fakat biraz araştırdım, bazıları da Hakka suresinin 40. ayetini, "Kur’ân, Hz. Muhammed'in sözüdür." seklindeki düşüncelerine dayanak gösteriyorlar. Hocam bu iki ayeti nasıl birlikte anlayabiliriz? Cevabınız için çok teşekkür ederim...

Cevap: Önce belirtmeliyim ki sözünü ettiğiniz düşünceyi ilk defa dillendiren benim. Zaten sözlerimi hep alıp kendilerine mal ederek piyasaya sürerler. Bu noktayı belirttikten sonra sorunuzun cevabına geçebiliriz:

Hakka: 40: "O, değerli bir elçinin sözüdür" âyetinde: Değerli elçi hakkında iki ihtimal vardır: Birine göre bu değerli elçi, Cibrîl Aleyhisselâm, diğerine göre de Hz. Muhammed Aleyhisselâm'dır. Fakat birinci mânâ daha kuvvetlidir. Bununla Kur'ân'ın, değerli bir elçi tarafından Hz. Muhammed'e vahyedildiği anlatılmaktadır. Necm Sûresinde Kur'ân'ın, "şedîdu'l-kuvâ: büyük güçlere sâhip" melek tarafından Hz. Muhammed'e öğretildiği bildirilmişti. Burada da Kur'ân'ı öğreten bu melek, resûl-i kerîm (şerefli, değerli bir elçi) olarak nitelendirilmiştir. Allah'tan gelen mânâlar, melek tarafından söz kalıplarına dökülerek insan düzeyine indirildiğinden "Kerîm Elçinin sözü" diye nitelendirilmiştir. Tekvîr Sûresinin 19-20’nci âyetlerinde: "O (Kur'ân), güçlü, Arş sâhibinin yanında değerli olan şerefli bir elçinin sözüdür" buyurulmak suretiyle Kur'ân'ın, Allah katında değerli, güçlü, kerîm bir elçinin sözü olduğu vurgulanmaktadır.

Kur'ân'ın bir melek sözü, daha doğrusu Allah'ın emriyle melek vahyi olduğu vurgulandıktan sonra müşriklerin zanlarına cevâb olarak da Hz. Muhammed’in, bir şâir ve kâhin olmadığı, cinlerden ilham almadığı belirtilmiştir. Bu âyetlerin benzeri, Şu'arâ Sûresinde de geçmektedir: "Muhakkak ki o (Kur'ân), âlemlerin Rabbinin indirmesidir. Uyarıcılardan olman için onu, Güvenilir Rûh, apaçık bir Arap dili ile senin kalbine indirmiştir" (Şu'ârâ Sûresi: 192-195).

Hakka: 44-47’nci âyetlerde eğer Hz. Muhammed (s.a.v.), Kur'ân sözlerini kendiliğinden uydurup Allah'ın sözü diye iddiâ etmiş olsa; Allah'ın, onun sağını yani elini veya gücünü, kuvvetini kendisinden alacağı, sonra onun can damarını keseceği; yani boynunu vuracağı, ondan öcünü alacağı; hiç kimsenin onu, Allah'ın elinden kurtaramayacağı bildirilmekte ve Kur­'ân'ın, aslâ Hz. Muhammed'in uydurduğu bir söz olmayıp şirkten, kötü işlerden korunanlar için bir öğüt olarak Allah tarafından indirildiği vurgulanmaktadır.

Hakka: 49-52: Korunanlar, Kur'ân'a inanıp ondan öğüt alırlar; ama dünyaya meyledenler, onu yalanlarlar. Kur'ân, kâfirlere hasret (yürek acısı, pişmanlık, dert) olur. Onlar Kur'ân'ın gönüllere yer edip yayıldığını gördükçe kıskançlıktan kendi kendilerini yerler. Yâhut onlar âhirette Kur'ân'a inananların sevap ve mükâfâtını görünce hasret ve üzüntü içine düşerler, vaktiyle inanmadıkları için pişman olurlar. Kur'ân kesin gerçektir. Onda aslâ kuşku yoktur. Bu gerçek gönülleri fethedecek, ufuklara yayılacaktır. Ey Muhammed, sen ulu Rabbinin adını tesbîh et; sana bu nimeti veren, verdiği sözü gerçekleştirecek olan yüce Rabbinin eksikliklerden uzak olduğunu söyle ve O'na şükret!

Araplarda hayret edilecek, çok garip, çok olağanüstü veya çok cür'etli, çok yalan, yakışıksız bir söz veya durum karşısında duyulan hayreti belirtmek için "subhânallâh!" denilir. Bizim Türkçede böyle bir durumda "Allah! Allah!" denilir. İşte Kur'ân'ın, bir şâir veya kâhin sözü olmadığı vurgulandıktan sonra "Rabbinin adını tesbîh et!" denmesi, Hz. Muhammed hakkında ileri sürülen bu tür iddiaların, son derece şaşkınlık ve küstahlıklar olduğunu, böyle şeyler düşünmekten Allah'a sığınmak gerektiğini hatırlatmaktadır.