ADALET, DİĞERKÂMLIK VE ÖLÇÜLÜ DAVRANIŞ
Cumartesi, 29 Mart 2014 00:00

ADALET, DİĞERKÂMLIK VE ÖLÇÜLÜ DAVRANIŞ

(...dünden devam)

Ömer ibn Abdülaziz zamanında hazineye çok miktarda zekât geliyor. Halife bu zekâtların yoksullara dağıtılmasını, artanın Müslüman askerlere verilmesini emrediyor. Yine artıyor. Artan miktar ile de fakir Müslümanların borçlarının ödenmesini, ondan sonra artan miktarıyla da bütün Hıristiyan ve Yahudi fakirlerin borçlarının ödenmesini emrediyor. Yine artıyor. Artan ile de, kuşların gelip yemesi için buğday satın alınıp dağların başına konulmasını emrediyor!

Ya, işte İslâm düşüncesi ve adâleti bu. Onlar sadece kendilerini değil, halkı düşündüler, Müslüman, gayri Müslim ayrımı yapmadılar, sadece insanları değil, kuşları da düşündüler.

Osmanlı döneminde kışın sıcak ülkelere göç edemeyen kuşları beslemek amacıyla vakıflar kurulmuştur. Ne yüce ve insanî düşünce! Bir de bugüne bakın, yüz binlerce hayvanı kuş gribi gerekçesiyle hiç acımadan diri diri ateşe atıp yaktılar, sağ sağ hayvanların boynunu, bacaklarını kırdılar. Bir Müslüman bunu nasıl yapar? Sokaklara salınan hayvanları aç susuz bırakıyorlar.

Peygamber ahlâkını almış olanlar israftan kaçındılar. Bugün bizim israf içinde yüzmemiz, Müslüman atalarımızın davranışıyla hiç mi hiç bağdaşmıyor. Kur’ân ne diyor?

“Yiyiniz, içiniz, fakat israf etmeyiniz. Çünkü Allah, israf edenleri sevmez.” (A’raf: 31)

Hz. Ömer, bir gün çarşıda bir adamın beğendiği bir eti satın aldığını görmüş. İzlemeğe aldığı adamın çarşıda görüp beğendiği her şeyi aldığını görünce adama asasıyla dokunmuş ve: “Allah’ın Elçisi bize böyle öğretmedi!” demiştir.

Hz. Ömer’in bu sözü, bugün Amerika’da bir ekonomi prensibi gibi söylenmektedir: Adam bir şey alırken kendi kendine sormalı:

– Buna ihtiyacım var mı, yoksa sadece almak mı istiyorum?

Eğer ihtiyacı varsa almalı, sadece alma dürtüsüyle alacaksa almamalı.

Son zamanlarda yeme içme nerdeyse bir tutku halini aldı. Gereğinden fazla yiyoruz. Sonuç aşırı şişmanlık. Dünyayı bir obezite derdi sardı. Öyle insanlar var ki kapılardan sığmıyor. Bu kadar kilo derttir. Kiloyu atabilmek için ağzını tutma yerine çeşitli diyetlere, yağ aldırma operasyonlarına başvuruyorlar. Oysa gereğinden fazla yenilmese bu şişmanlık belası olmayacak. İnsan kırkından sonra yediği lokmayı hesabetmelidir.

Hz. Peygamber, “İnsanoğlu, karnından (mîdesinden) daha kötü bir kab doldurmamıştır. İnsanoğluna belini doğrultacak birkaç lokma yeter. Bunu yapamıyorsa mîdesini üç bölüme ayırsın. Bir bölümünü yemeğe, bir bölümünü içmeğe, bir bölümünü de rahat nefes almaya bıraksın!” buyurmuştur.

Çok kimse gereğinden kat kat fazlasını pişiriyor, yarısından fazlasını çöpe döküyor. Nîmeti çöpe dökmek yazıktır, günahtır. Oysa Peygamberimiz: “Biz acıkmadıkça yemeyiz, tam doymadan da yemeği bırakırız.” buyurmuştur. İşte sağlığın reçetesi!

Her şeyde israf, yemede, içmede, kullandığımız eşyada. Konutlarımız, gereksiz mobilyalarla dolup taşıyor ve herkes daha lüks mobilya için birbiriyle yarışıyor.

İsrafı sadece evlerimize değil, kabirlere kadar taşıyoruz. Dünyada milyonlarca insan açlıkla, yoksullukla pençeleşirken biz binlerce lira harcayıp saray gibi mermer kabirler yaptırıyoruz. O kabirlerin, altında yatan ölüye yararı ne? Kabrin belli olması için bir taş yeter. Bu ne israftır kabirlerde yapılan? Hiç İslâmî değil. Hattâ sade ve kibar da değil. Kabirlerde bir düzen yok, kimi yüksek, kimi alçak, kimi mermerli, kimi daha yaldızlı. Oysa Avrupa’da kabirler daha sade. Her birinin başına bir taş dikilmiş veya sadece üstüne bir taş konmuş, etrafı çiçekle çevrelenmiş. Bir düzen var, sadelik var.

Tabii lüks yaşayabilmek kolay değil. Herkes bu kadar parayı nereden bulacak? Bulamayanlar da toplumsal dürtünün etkisiyle rüşvete, çalıp çırpmaya, ticarette hileye, karakteri zayıf bazı kadınlar da haram işlemeğe yöneliyor. Böylece olan geniş halk kütlesine oluyor. Tüyü bitmemiş yetimin hakkı yeniliyor. Topluma huzursuzluk yayılıyor. Hırsızlık, kapkaç, intihar, kavga, karşılıklı aldatma aldı başını gidiyor.

İsraf şimdiden çok, gelecek kuşakların aleyhine çalışıyor. Kendimizi disipline etmenin zamanı geldi de geçiyor. “Komşusu aç iken karnını doyurup yatan bizden değildir” hadîsini prensip edinirsek toplumsal huzura ve mutluluğa kavuşuruz.

Ne mutlu israftan, aşırılıktan uzak duranlara, ne mutlu insanların dertlerini ve mutluluklarını paylaşanlara!

***